Dürüst Bir Devlet Adamıydı
|
29 Ekim 1933′deki 10. yıl kutlamaları sırasında
görülen Atatürk’ün başarısının ardındaki sırlardan biri de, kayıtsız
şartsız dürüstlüğüdür.
|
“İftira ve yalan en büyük yalanlardır. Kuran ‘iftiraya cüret edenler, yalan söyleyenler mümin değillerdir’ diyor.”37
Atatürk, dünyanın, ahiretteki ebedi mükafata ulaşmak için bir imtihan
yeri olduğunu bilirdi. “Cihan bir imtihan meydanıdır, imtihanda
muvaffak olmadan lütufkarahane muameleler beklemek boşunadır”38
şeklindeki sözü bu konudaki inancının bir ifadesidir. Bu ve benzeri
sözleriyle insanları Allah’ın rızasına göre davranmaya teşvik etmiştir.
Bu sebeple özel yaşamında olduğu gibi devlet yönetiminde de ahlaki
değerlerden taviz vermeden vicdanı ile hareket etmiştir.
“Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır” şeklindeki Makyevelist
mantığın her zaman karşısında olan ve ahlaki değerlerden asla taviz
verilmemesi gerektiğine inanan Atatürk, kendisi gibi çevresindeki
insanların da dürüst olmasını ister, dürüst olmayan insanları tasvip
etmezdi. Son derece hoşgörülü olmasına rağmen asla sevmediği ve
affedemeyeceği iki şey vardı. Bir yakınına sevmediği bu iki konu
sorulmuş, karşılığında şu cevap alınmıştır:
“Yalan ve emrivaki, bu iki hatadan başka affedemeyeceği kabahat yoktu.”39
Dürüst olmamak Allah’ın çirkin gördüğü ve İslam ahlakına aykırı bir
davranıştır. Allah, Kuran’da, ”Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha
düşkün olan herkesin vay haline” (Casiye Suresi, 7) hükmüyle insanları
uyarmıştır. Başka bir ayetinde de”Kahrolsun, o ‘zan ve tahminle yalan
söyleyenler’; (Zariyat Suresi, 10)diyerek dürüst olmamanın Allah Katında
büyük bir cezası olduğuna dikkat çekmiştir. Bu sebeple Allah’tan korkan
insanlar, hayatlarının her anında yalan söylemekten kaçınırlar.
İşte, Atatürk’ün başarısının ardındaki sır, özel hayatında olduğu
gibi devlet yönetiminde de dürüst davranmasıdır. İleri görüşlülüğü ile
kimi hangi göreve yerleştiriciğini iyi bilen Atatürk, devlet yönetiminde
ehil olanlara sorumluluk vererek Allah’ın emrettiği gibi “emaneti
ehline” teslim etmiştir. Söz konusu kişiler, yakın arkadaşları da olsa
devletin güvenliğini düşünerek asla iltimas geçmemiştir. İslam Dininin
bir emri olan emaneti ehline verme işi ile Atatürk böylece Türk halkını
da dürüstlüğe ve işlerinde ehil olmaya teşvik etmiştir. Atatürk’ün bu
konudaki bir sözü şöyledir:
“Arkadaşlar benden iltimas beklememelidir. Hepiniz benim gözümde
değerli, önemli kardeşlerimsiniz. Ama hepinize gösterdiğim hedef yüce
kutsal bir hedeftir. Hanginiz daha güzel yöntemle, başarıyla oraya
ulaşırsanız, onu ellerim çatlayıncaya kadar çırparak alkışlayacak,
takdir edeceğim. Benden iltimas ve taraf tutma beklemeyiniz arkadaşlar,
adam olanlar, insan olanlar, yüksek ideali olanlar değerlerini
göstersinler. Benim size kardeşçe söyleyeceğim budur, tüm
arkadaşlarımıza söylemek zorundayım ki ben o milli hedefe tüm millet
kitlesini yürütmek için, doğal olarak ahlaki bir durum, bunu isterim.”
40
SAYIN ADNAN OKTAR’IN KAÇKAR TV RÖPORTAJI,
8 OCAK 2009
ADNAN OKTAR: Atatürk hem ne dindar, hem ne
aslan, hem ne aslanların aslanı, hem nasıl Müslüman evladı, biraz
anlatayım oradan anlasın kardeşimiz. Atatürk kurtarandır, kurtarıcı
vasfı vardır, Atatürk’ün kurtulmaya ihtiyacı olmaz. “Ey millet Allah
birdir diyor büyük Atatürk’ümüz, şanlı Atatürk’ümüz, şanı büyüktür”
diyor; Allah için. “Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize
olsun.” Dua ediyor Müslümanlara, Müslüman evladı olduğu için dua ediyor.
“Koyduğu esas kanunlar Kuran-ı Azim-üş Şandaki ayetlerdir, insanlara
feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir çünkü dinimiz
akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabi
kanunlar arasında ayrılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları
yapan Cenab-ı Haktır.” Bak aslanların aslanının ağzından nur akıyor
görüyor musunuz? Bakın dikkat edin o kardeşime ve bütün kardeşlerime de
anlatıyorum yine Atatürk’ün ifadesi, “bütün dünyanın Müslümanları
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği yolu takip
etmeli.” Peygamber (sav)’in yolundan gidin diyor “ve verdiği talimatlara
tam olarak tatbik etmeli,” Peygamber (sav) ne dediyse hepsini yapın
diyor, “tüm Müslümanlar Hz. Muhammed (sav)’i örnek almalı ve kendisi
gibi hareket etmeli,” aynı Peygamber (sav) gibi hareket edin diyor,
“İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi y
erine
getirmeli.” Bakın “İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine
getirmeli, zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve
kalkınabilirler.” Bunu Atatürk söylüyor. Bunu zamanımızda hangi Müslüman
söyleyebiliyor? Çok nadirdir bunu söyleyen Müslüman. Yani bu kadar
derli toplu, bu kadar veciz, bu kadar güzel İslam’ı tarif eden,
Peygamber (sav) sevgisini bu kadar güzel anlatan; bu sadece bir kısmı.
Elmalılı tefsiri; en mükemmel alimi seçmiştir, Elmalılı Hamdi Yazır onun
tefsirini yaptırmıştır ve Müslümanlara sunmuştur, Türk milletine.
Buhari-i Şerif en geçerli, muteber hadis kitabıdır, onu da tefsir
etmiştir, onu da Müslümanlara sunmuştur. Arkasından Diyanet İşleri
Başkanlığı’nı kurmuştur ki devletin en büyük devlet teşkilatıdır.
Anlatmayla bitmez yani hemen hemen her gün Kuran okutan, her gün Kuran
dinleyen bir insan Atatürk. Kuran’ı dinlemekten derin zevk alan bir
insan ayrıca Kuran sohbetleri yapan bir insan. Ama bunları anlatmaya
kalksam inanın sabaha kadar bitmez MaşaAllah.
Tevazulu Bir Liderdi
“Bir adam ki büyük olmaktan bahseder bu benim hoşuma
gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvela büyük adam olmak
lazım der. Ve bunun için numune irtihap eder, onun gibi olmayınca
memleketin kurtarılamayacağı kanaatinde bulunur bu adam değildir.”41
Önemli bir mümin vasfı olan tevazu için Allah, Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“O Rahman olan Allah’ın kulları yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler…” (Furkan Suresi, 63)
Atamız da, bu ahlakı göstermiş, bütün dünyaya nam salan zaferlerini
ve üstün başarılarını hiçbir zaman şahsına mal etmemiş, daima halkının
başarısını ve güzel özelliklerini ön plana çıkarmıştır. Ulusunun içinde
erimiş bir kahraman olarak makamın, ünvanın hiçbir ehemmiyeti olmadığını
sık sık vurgulamıştır:
“Gerçekleri bilen, kalp ve vicdanında manevi kutsal hazlardan başka
zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi
makamların hiçbir değeri yoktur.”42
“Benim şan ve şerefimden söz etmek de hatadır. İyi dinleyiniz, öğüdüm
budur ki içinizden herhangi bir adam çıkar, şan şeref davası güder ve
benzersiz olmak isterse, başının belasıdır. Bulunduğu Türk Ulusu’nun şan
ve şerefi varsa, benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim
vardır. Asla başka değilim.” 43
Onun gözünde büyük olmak ne parayla ne malla ne de baskıya dayalı bir
otoriteyle oluşmaktadır. Halkın gözünde büyük adam olmanın yollarını
samimi bir şekilde ifade ederken Atamızın tevazusu bir kez daha ortaya
çıkmaktadır:
“Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi
aldatmayacaksın; memleket için hakiki mefkure ne ise onu görecek, hedefe
yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan
çevirmeye çalışacaktır; fakat sen buna mütehammil olacaksın; önüne
nihayetsiz manialar yığacaklardır. Kendini büyük değil, zayıf, kimsesiz,
vasıtasız telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu
maniaları aşacaksın.”44
Atatürk üstün ahlakından ötürüdür ki, her zaman mütevazi bir yaşam
istemiştir. Şahsi hırs, mal ve mülk gibi dünyevi arzulardan kendini uzak
tutmuş, gerçek zenginliğin maneviyatta aranması gerektiğini
savunmuştur:
“Mal ve para bana ağırlık veriyor. Bunları soylu ulusuma geri
vermekle büyük rahatlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar? İnsan,
zenginliği kendi manevi kişiliğinde aramalıdır.”45
Atatürk’ün tevazusunu, karşısındaki kişilerin fikirlerine verdiği
değeri, Türkiye’de bulunduğu dönemde Atatürk’le çok yakın dost olan,
Türkiye Cumhuriyeti nezdinde ilk Amerikan Büyük Elçisi General Charles
H. Sherrill, kendi kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştır. Sherrill’in
anlattıklarından, Atatürk’ün yalnızca karşısındaki kişilerin fikrine
değer vermekle kalmadığı, kendi hatalarını da büyük bir tevazuyla
düzelttiği anlaşılmaktadır. Atatürk’ten dinlediklerini, şahsi
tespitlerini, ülkesinde ve dünyada çok büyük yankılar uyandıran Gazi
Ülkesinde Elçilik adlı kitabında toplayan Sherrill şöyle diyor:
“Öyle zamanlar oldu ki, anıları içinde benim eşsiz nitelikte
gördüklerimi düzeltti. “Hayır!.. Ben bunda yanılmışım. Eğer şöyle
düşünseydim ve yapsaydım sonuç daha mükemmel olacaktı” dediği az
değildi. Gerçekçilik onun korkmadığı şeydi. Bu gerçekleri anlatırken
yaşıyordu, esas mesleği askerliğe, çok farklı bilgileri o yaşta nasıl
sığdırabilmiş, nasıl mutlak armoniyi sentez yaratabilmiş olmasına
şaşmamak, hayranlık duymamak mümkün değildi…”46
Zor Anlarda da Güzel Ahlakını Muhafaza Ederdi
“Felaketler insanları ve akılları başında milletleri daima azimkar, dinç hamlelere sevk eder.” 47
Bir ferdin insani kalitesi, yüksek şahsiyeti, dirayeti, zorlu anlarda
ortaya çıkar. Müslüman ahlakına sahip Atatürk de şartlar ne olursa
olsun, her zaman azim ve kararlılığını Türk halkına göstermiş,
vazifelerini yerine getirirken şüphesiz çok çetin engellerle
karşılaşmış, asla ödün vermediği İslam ahlakı sayesinde de büyük
başarılar elde etmiştir. İşte bu özellikleri ona “çağın büyük devlet
adamı” olma vasfını kazandırmıştır. Çünkü çok az lider tarihin akışını
bu denli değiştirebilmiş ve “tarihi lider” ünvanını alabilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine
çıkabilmesi için uğraş veren Mustafa Kemal Atatürk’ün en dikkat çekici
özelliklerinden biri, zorluklar karşısında direnmesi, karar verdiği bir
şeye azmetmesi idi. Karşılaştığı zorluklar ve olumsuzluklardan asla
yılgınlığa kapılmazdı. İnandığı değerler uğruna kararlı bir şekilde
mücadele ederdi. Hızlı ve seri kararlar verir, “Tatbik eden icra eden,
karar verenden daima daha kuvvvetlidir.”48 diyerek lüzumuna kani olduğu
işin derhal yapılmasını isterdi.
Nitekim Kuran’da da örnek bir ahlaka sahip olan insanların, zorluk
zamanında da güzel ahlaklarından taviz vermedikleri, karşılaştıkları
güçlüklerden dolayı hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadıkları haber
verilir. Al-i İmran Suresi’nde samimi bir Müslümanın bu üstün
özellikleri şu şekilde belirtilmektedir:
“Onlar, kendilerine insanlar: ‘Size karşı insanlar toplandılar, artık
onlardan korkun’ dedikleri halde, buna rağmen imanları artanlar ve:
‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir.” (Al-i İmran
Suresi, 173)
Üzerinde Müslüman kararlılığı bulunan Mustafa Kemal de halkına
zorluklar karşısında yılmamayı, aleyhte faaliyetlerden etkilenmemeyi
öğretmiştir. Atatürk bu konuyu şu sözleriyle tarif etmiştir:
“… Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan
çevirmeye çalışacaktır. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır,
kendini büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız hiç telakki ederek kimseden
yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın…”49
Atatürk, zorluklara göğüs germiş, milletinin ve devletinin bekası
için ölümü bile göze almıştı. Halkının ona duyduğu büyük güvenin özünde
de, onun zorluklar karşısında gösterdiği cesareti ve yılmadan, usanmadan
mukaddes amacı uğruna mücadelesini devam ettirmesi yatmaktadır. Kuran
ahlakını tavırlarıyla gösteren Atatürk’ü kendi sözlerinden tanıyalım:
|
Her zaman halkın içinde olan Atatürk, Türk
Milleti’nin göğüs germek zorunda kaldığı zorlukları da paylaşıyordu.
Zorluklar karşısında gösterdiği cesaret ve mücadele azmi, milletinin ona
duyduğu
güvenin özünü oluşturuyordu.
|
“Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru
altında, birçok muharebelere iştirak ettim. Hatta ölüm, bir defa,
kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve
bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı. Büyük bir şarapnel parçası
kalbimin tam üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan
akmıyordu. Olayı yarbay Servet Beyden başka hiç kimse görmemişti. Ona
parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün bütün
cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat
paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı
olarak çarpıştım.”50
Atatürk, ölümden asla korkmayan, son derece cesur bir liderdi.
Düşmanın sayısı, gücü ve büyüklüğü onun kararlılığını etkilemez, hiçbir
zorluk onu hedeflerinden döndüremezdi. Mahmut Yesari, Atatürk’ün
cesaretini açıklarken, onun göz açtırmayan ateşe gözlerini kırpmadan
bakabilecek bir cesarete sahip olduğunu söylemiştir:
“Ben ona yol gösterirken, günlerden değil, aylardan beri siper
hayatına alışmış olduğum halde titriyordum, fakat o boyunun uzunluğuna
rağmen, ayaklarının ucuna basarak doğrulur, siperlerin üzerinden düşman
siperine bakardı. Düşman siperine bakmak hiç kolay değildi. Düşman
ateşten göz açtırmazdı. O bu göz açtırmayan ateşe gözlerini kırpmadan
bakardı. Onu ilk defa “korku bilmeyen adam” olarak tanıdım.”51
Ülkesi ve milleti için daima büyük hayaller peşinde koşan Ulu Önder,
Türkiye’yi idealindeki başarıya ulaştırmak için gerekirse canını feda
etmeye hazır bir dava adamı idi. Mücadelesi sırasında birçok kez ölümün
eşiğinden döndüğü halde, bir an olsun metanetini ve cesaretini
kaybetmemiş, halkına da cesaret aşılamıştı. Mustafa Kemal Atatürk,
mütevazi yaşamı, dürüstlüğü ve güzel ahlakıyla olduğu kadar, cesareti,
güçlükler karşısında baş eğmemesi, sabretmesi ve sebat etmesiyle de
örnek bir Müslüman olarak milletine şevk kaynağı oldu.
Müstağniyet veya Övünmenin Karşısındaydı
“Hayır; gerçekten insan, azar, kendini müstağni gördüğünden.” (Alak Suresi, 6-7)
Milli ve manevi değerlerimizin muhafazası için büyük çaba sarf eden
Atatürk, insanın kendini müstağni görmesi ve övünmesinin güzel bir ahlak
özelliği olmadığını, övünmenin insana yarardan çok zarar getireceğini
her fırsatta dile getirmiştir. Gerçekten de başarılı bir iş yapıldığı
takdirde kişinin onunla övünmesi, kendini yeterli görmesine sebep olarak
ileri vadede onu atalete sürükler ve daha fazla başarı elde etmesine
engel olur. Atatürk, bu konuda şunları söylemiştir:
“Bir insan hayatında başarılı bir iş yapmışsa o iş tarihe mal
olmuştur. O şahıs sadece onunla övünerek kalmak isterse, bu insanı
tembelliğe götürür ve yeni başarılardan yoksun kılar. Onun için çalışmak
ve daima başarı aramak herkes için esas olmalıdır.”52
İnsanın nefsi övünmeye ve her türlü eksiklikten kendini müstağni
görmeye eğilimli olarak yaratılmıştır, zenginlik, başarı, şan, şöhret
gibi şeyler insanın dünyada denenmesi için nefsine çekici kılınmıştır.
Allah bu gerçeği insanlara şu şekilde bildirir:
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu
bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal
ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun
bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra
kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve
bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan
başka bir şey değildir.” (Hadid Suresi, 20)
Atatürk Adaletli Bir İnsandı
“Hiç kimsenin hakkına tecavüz etmek istemediğimiz gibi,
diğerleri tarafından da hayat ve istiklalimize riayet olunmasından başka
bir davamız yoktur.”53
Sadece nefsinin istek ve tutkularını amaç haline getirip, basit ve
şahsi çıkarlar peşinde koşup, vicdanlarını köreltmiş olan insanların
adaletli olmaları mümkün değildir. Adaletli olmak, ancak kişisel
tutkularını terk eden insanların gösterebileceği bir vasıftır.
Kuran’da Allah insanlara adil davranmalarını, adaletten taviz
vermemelerini emretmiş ve bunu bir mümin özelliği olarak belirtmiştir:
“… Allah, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel ögüt veriyor!…” (Nisa Suresi,
58)
Adalet anlayışının temelini İslam Dininden alan Atatürk de, getirmiş
olduğu çağdaş Türk hukuk sistemi ile herkesin insanca, adaletle
yaşamasına ortam hazırlamıştır. Herkesin hakkını koruyan, haksızlığı
önleyen, suçlu suçsuz ayrımını en titiz biçimde yapan bir sistem
oluşturmuştur. Atatürk kişiye değer veren, ülkeyi kaostan çıkarıp,
gerçek selamete kavuşturmayı amaçlayan bu hukuk sisteminin gerekliliğini
şöyle dile getirmiştir:
“Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde varlığı
kabul olunamaz. Vatandaş ancak mahkeme kararı ile cezalandırılır. Bu
memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez.” 54
Adaleti sağlayabilen devlet güçlüdür, vatandaşları da o oranda
huzurlu ve güven içindedirler. Çünkü devletten yana beklediği adaletin
eksiksizce yerine geldiğini gören bireylerin hem devletine olan saygısı
ve itimadı artar, hem de endişeye kapılarak kendi hakkını kendisi
aramaya kalkışıp suç işleme gibi bir eğilim göstermez. Aynı zamanda bu
sistemin en hassas şekilde işlediğini görürse hem kendi adalet anlayışı
güçlenir, hem de çevresini adil olmaya teşvik eder. Atatürk’ün adalet
anlayışı sayesinde de, Türk Milleti’nin hem ferdi hem de toplumsal
hakları güvence altına alınmıştır. Bu da Atatürk’ün millet çıkarlarını
önde tutan eşsiz lider karakterinden ve güzel ahlakından
kaynaklanmaktadır.
Çalışkanlığı ile Tüm Dünyaya Örnekti
|
Çalışkanlığı ile örnek bir lider olan Atatürk,
Orgeneral Ali Fuat Eren ve yanında Halis Bıyıktay ile birlikte harekat planını takip ederken.
|
“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç alakası
olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler modern olmayı kafir olmak
sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların
maksadı İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir?”55
Dinine ve manevi değerlerine bağlı bir insan olan Mustafa Kemal
çalışkanlık konusunda halkına bizzat örnek olmuş, sorumluluk sahibi bir
insandı. “Mesuliyet yükü herşeyden, ölümden de ağırdır” diyen Atatürk
Türkiye’yi “örnek ülke” konumuna getirme sorumluluğunu üstlenmişti.
Atamız, sadece modern bir sistem kurmanın yeterli olmayacağına, Türk
Milleti’nin kaybetmiş olduğu zamanı, çok çalışmakla kapatacağına
inanıyordu. Bu sistemin sürekli çalışılarak iyileştirilmesi gerektiğini
de her fırsatta vurguluyordu. Atatürk, Türk Milleti’ni ilerletecek
fikirlerin uygulanmasının çok gecikmiş olduğunu, bunun telafisinin ancak
daha fazla çalışmakla mümkün olacağını düşünüyordu.
Yeni bir devlet kurulurken, sosyal, siyasal ve iktisadi olmak üzere
birçok alanda yapılması gereken çok fazla iş varken o, “Yalnız tek bir
şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak. Servet ve onun tabii neticesi
olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır”56 diyerek
halkını şevklendiriyor ve milleti hizmete yöneltiyordu. Atatürk şu
sözüyle de toplumu hizmete teşvik etmişti:
“Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.”57
Atatürk Türk Milleti için “efendilik yoktur, hizmet vardır” derken
aslında halka, Kuran ahlakı doğrultusunda direktifler veriyordu. Zira
Kuran’da da çalışmak, durmaksızın hizmetle meşgul olmak üstün bir
meziyet olarak gösterilmektedir. Allah yolunda hak bir vazife için
çalışmak, bir iş bittiği zaman başka bir işe geçerek durmaksızın
yorulmak inananlar için bir ibadettir. Önemli bir Müslüman özelliği olan
çalışkanlık ayetlerde şöyle emredilmektedir:
“Boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya devam et.” (İnşirah Suresi, 6-7)
Atatürk ayette emredildiği gibi halkı çalışmaya, bir işi bitirip
başka bir işe yönelerek “durmaksızın yorulmaya” davet etmiş, yukarıda
bahsedildiği gibi Türk Milleti’nin Batılı ülkeler karşısındaki
eksikliklerini ancak çok çalışmakla kapatacağına inanmıştır. Atatürk,
davetine icabet eden ve kendisini yorulmadan takip edeceklerini söyleyen
kişilere şunları söylemiştir:
“Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar,
yorulmadan ne demek? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey,
yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da durmadan yürümek, yorulduğunuz
dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her
mahluk için tabi bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi
kudret vardır ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Sizler yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulursanız dahi beni takip
edeceksiniz. Dinlenmek için yürümeye karar verenler asla ve asla
yorulmazlar. Türk gençliği bu gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan
yorulmadan yürüyeceklerdir.”58
Yüce Türk Milleti’nin ilerleyebilmesi, çağdaş milletler arasında hak
ettiği yeri alabilmesi için bireylerinin çalışkanlıkta Ulu Önder’i örnek
alması gerekir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de, “İki günü eşit
olan mümin zarardadır” demiştir. Peygamberimiz (sav), değil asırlar ya
da aylar boyunca beklemeyi, her gün ilerlemeyi tavsiye etmiştir. Bu
tavsiyeyi en iyi yerine getiren kişilerden biri de şüphesiz Mustafa
Kemal’dir. Başarılı bir asker, başarılı bir komutan olan Atatürk,
milletimize çalışkanlıkta bizzat kendi örnek olmuştur.
Atatürk’ü tanıyanlar onun için çalışma saati diye bir şey olmadığını,
yapacağı işi bitirinceye kadar uyumadan, dinlenmeden, yemek yemeden
çalıştığını söylerler. Özellikle mücadele yıllarında normal uyku nedir
bilmediğini, geceleri uyumaktan hoşlanmadığı için odasına çekilip uyumak
yerine okuduğu için, Mahmut Esat Bozkurt tarafından ona “Türk
Milleti’nin gece bekçisi” adı takıldığı söylenir. Yakın mücadele
arkadaşlarından biri onun bu yönünü şöyle anlatmaktadır:
“Çankaya Köşkünde Büyük Nutuk hazırlanırken 48 saat hiç gözünü
kırpmadan yazı dikte ettirişini hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan
yorulanlar değişiyor, fakat o binlerce belge arasından ayırdığı
notlarıyla büyük eserlerini tamamlamak için uykusunu bile vermekten
çekinmiyordu.” 59
SAYIN ADNAN OKTAR’IN MAVİ KARADENİZ TV’DEKİ RÖPORTAJI, 24 MART 2009
Adnan Oktar: Atatürk’ü
kendilerince böyle çok yanlış aktaracaklardı, biz çıktık Atatürk’ü
anlattık. Bütün milletimiz Atatürk’e karşı coşkun bir muhabbet içinde şu
an… Mesela Atatürk’ün anti komünist olması, anti mason olması, mason
localarını kapatması, komünist örgütlenmeye karşı kesin tavır alması,
Allah’a, Peygamber (sav)’e adeta aşık olması, müthiş bir sevgi duyması,
mesela İmam Hatipler’in açılmasında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
kurulmasında, Elmalılı tefsirinin oluşturulmasında, Buhari’nin
tercümesinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatının hazırlanmasında,
yani çok çok alanda, çok büyük faydaları oldu ve emeği geçti Atatürk’ün.
Her gece Kuran okuyan bir insan. Kendi Kuran’ı zaten onun Anıtkabir’de
durur, küçük bir Kuran’ı vardır, böyle ebadı küçük. Ve çok fazla Kuran
bastırıp Anadolu’ya da dağıtmıştır Atatürk. Ve sürekli yanında
taşımıştır, yani cebinde Kuran taşıyan bir insan. Her gittiği yerde
okuyan, hafızlar çağırtıp Kuran okutan bir insan. Ayrıca da
sevdiklerinin yanına da hafızlar gönderttirip onlara da Kuran
okutturuyor. Mesela annesinin yanına gönderiyor, dostlarına gönderiyor
böyle sevdiği hafızları, Kuran okusun da dinleyin diyor. Böyle muhterem
bir insan. Bunu gizlemeye kalktılar kendi kafalarınca, bambaşka bir
Atatürk tablosu çizmeye kalktılar. Bu yalanlarını da ortaya çıkarttık.
Bu oyunu da yapamadılar.
Azmi ile “Cesur” Bir Liderdi
“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” 60
Büyük liderlerin ana vasıflarından biri “cesur” olmak, yani inandığı
bir şeyi hayata geçirmek için önündeki engellerle başa çıkabilmektir.
Atatürk’ün en dikkat çekici vasıflarından biri bu anlamda “cesur”
olmasıdır; davasındaki samimiyeti, kararlı ve sabırlı olması, tüm
zamanını hedeflerini hayata geçirmek için adaması ve inandığı
değerlerden asla ödün vermemesi, onun bu vasfından kaynaklanmaktadır.
Kuran’da Allah, Müslümanların en önemli özelliklerinden biri olarak
kararlılıklarına ve sebatlarına dikkat çekmekte, ”Artık sen sabret;
Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi” (Ahkaf Suresi,
35) şeklinde buyurarak, azmetmenin bir güzel ahlak özelliği olduğunu
belirtmektedir. Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk’ün aziminden ve
inancından hiçbir şekilde taviz vermemesi, Müslüman Türk gençlerinin
örnek alması gereken özelliğidir.
Mustafa Kemal doğru bildiği yolda yalnız kalacağını bilse dahi tek başına yürüyebilecek bir insandır.
Atatürk’ün yıllarca yanında bulunmuş olan dava arkadaşı Celal Bayar, onun bu yapısını şu şekilde anlatmaktadır:
“Atatürk prensip sahibi bir insandı. Üzerinde kesin inanca vardığı
düşüncelerini ne kadar güç ve tehlikeli olursa olsun tereddütsüz
kanunlaştırır ve başarıya ulaşıncaya kadar peşini bırakmazdı.” 61
|
Atatürk her işinde kurmaylarına danışır, onların
fikirlerini sonuna kadar dinlerdi. Dönemin Bayındırlık Bakanı Ali
Çetinkaya’dan su işleri hakkında bilgi alan Atatürk’ün arkasında da
Meclis Başkanı Abdülhalik Renda görülüyor.
|
Büyük Önder’in manevi kızı Afet İnan Hanımefendi ise, onun bu sarsılmaz yönünü şöyle ifade etmektedir:
“Mustafa Kemal cesurdu ve çok azimliydi. Yapacağı işlerde muvaffak
olmak için bütün şartların hazırlığını yapar ve karşısındakinin neler
yapabileceğini hesap ederek onlara karşı tedbirli hareket etmeyi önceden
kararlaştırırdı. En kötü ihtimali bile önceden düşünüp tedbirini
alırdı.” 62
Atatürk’ü tanıyan bir başka kişi de onun azmini şu şekilde tarif etmiştir:
“Mustafa Kemal her yapacağı işi günlerce bazen aylarca, inceden
inceye düşünerek fikren hazırlardı. Bir defa karar verdi mi onu hiçbir
güçlük yolundan çeviremezdi. Yaptığı her işte onun azmi ve karakteri
açıkça okunurdu. Bugün, Türkiye’de elle tutulacak ne varsa, onun kudret
ve kabiliyetinin, yılmak bilmeyen çalışmasının, gece gündüz ara vermeden
didinmesinin meyvesidir.”63
Devlet ve milletin refahı ve geleceği için çalışanlar, Türkiye’yi
dünyaya yön veren güçlü bir ülke yapabilmek için, onun gösterdiği azim
ve kararlılığı aynen tatbik etmek zorundadır. Ancak bu şekilde Büyük
Önder’in izinden yürüyebilir, ülkemizi ve milletimizi hak ettiği
seviyeye çıkarabiliriz.
Başkalarının Fikrine Her Zaman Önem Verirdi
“Dünyada hükümet için meşru olan tek bir prensip vardır
ki, o da istişareden ibarettir. Hükümet için ilk ve temel şart
yalnız ve yalnız istişare etmektir.”64
Allah Kuran’da Müslümanlara işlerinde ‘şura’ (istişare) içinde
olmalarını tavsiye etmiş, her bilenden daha iyi bilen olduğunu haber
vererek karşılıklı fikir alış verişinin bereketli olacağına dikkat
çekmiştir. Örneğin, Al-i İmran Suresi’nin, 59. ayetinde Allah Peygamber
Efendimize, ”… İş konusunda onlarla müşavere et…” (Al-i İmran Suresi,
159) şeklinde buyurarak istişarenin önemli olduğunu bildirmiştir.
Atatürk de, milletine hizmet yolunda tüm varlığını ortaya koymuş
dindar bir önder olarak ulusal menfaatleri daima ilk planda tutmuş ve
her işinde istişareye başvurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni ileriye
götürecek kararları almadan önce, daima bilgisine ve ahlakına güvendiği
kişilerle fikir alış verişinde bulunmayı prensip edinmiştir.
Atatürk’ün otuz yıllık dostu olması sebebiyle özel yaşamını çok
yakından tanıyan Sayın Süreyya Yiğit, bu konuda şunları söylemektedir:
“… Atatürk, herhangi bir meseleye karar vermeden önce herkesin ayrı ayrı fikrini dinlerdi.”65
Atatürk’ün fikir alış verişine verdiği değeri Hasan Rıza Soyak da şu sözleriyle anlatıyor:
“Atatürk, her görevlinin üzerinde aldığı işleri, aklını, zekasını ve
kanuni yetkilerini son hadidine kadar kullanarak, zamanında çözmeye
çalışmasını ve sorumluluk almaktan çekinmemesini isterdi. İlgililerin ve
görevlilerin görüşlerini dinlemeden, hatta kendileriyle müzakere
etmeden bir konu hakkındaki görüşünü bildirmezdi. Ben, maiyetindeki
bütün çalışma hayatım esnasında konuşmadan ve fikir alış verişinde
bulunmadan bir emir aldığımı hatırlamıyorum. Aynı zamanda, birçok
konuşmalarında kendisine aklına gelen herhangi bir görüşü arzetmekten
çekinmek hissine kapıldığımı hatırlamıyorum.”66
Kendisini yakından tanıyanların sözlerinde de açıkça ifade edilen
örnek tevazusunu Atatürk’ün kendi ifadelerinde de görmek mümkündür.
Örneğin bir gün Atatürk’e gücünün ve iktidarının sırrı sorulduğunda,
“durur dinlerim” demiştir. Karar mekanizması kendisi olduğu halde niçin
herkesi dinlediği sorulduğunda ise, herkesten öğreneceği bir şeyin
olduğunu söylemiştir.67
|
Barış yanlısı bir politika izleyen Atatürk savaşın
nefsi müdafa için gerekli olduğunu her zaman dile getirirdi. Atatürk,
Cumhuriyetin 14. yıldönümünde hipodromda yapılan törende, Romanya, Yunan
ve Yugoslav Genel Kurmay başkanlarıyla birlikte.
|
Atatürk’ün Milletini “Gizli İyiliğe” Daveti
“Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne
dememeliyiz. Tıpkı kendi aramızda oluşmuş gibi, onunla alakadar
olmalıyız.”68
Kuran’da, her zaman kendinden önce bir başkasının isteğini ön planda
tutma, onun nefsini, kendi nefsine tercih etme, mala olan sevgiye rağmen
malı ihtiyacı olana verme, aç olanı doyurma gibi güzel ahlak
özellikleri anlatılmaktadır. Atatürk kendi güzel ahlakıyla tüm
Müslümanlara bu konuda da örnek olmuştur. Milletin selameti, huzur ve
güvenliği için tüm hayatını Türk halkına vakfetmiş, milletinin saadeti
ve rahatı için kendi rahatlığını feda etmiştir. Atatürk kendi sözleriyle
bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
“Hayatımın bütün safhalarında olduğu gibi son zamanların buhranları
ve felaketleri arasında da, bir dakika geçmemiştir ki her türlü huzur ve
istirahatimi, her nevi şahsi duygularımı, milletimin selameti ve
saadeti namına feda etmekten zevk duymayayım.” 69
Allah’ı razı etmek için yapılan iyiliklerin gizli olması, Allah
katında makbuldür. Bu ahlakı yaşayan insanlar, fıtratlarına uygun
hareket ettikleri için aynı zamanda yaptıklarından büyük bir haz
alırlar. Mustafa Kemal Atatürk de milletimizi gelecek nesiller için
çalışmaya davet ederken ihlaslarının zedelenmemesi için halkı ‘gizli
iyiliğe’ davet etmiştir:
“Bütün varlığını kendi şahsında gören adamlar bedbahtırlar. Belli ki o
adam fert sıfatıyla mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça
memnun mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil,
kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ancak
gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve saadeti için çalışmakta
bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken ‘benden sonra gelecekler
acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi’ diye
düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce
gizli kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.”70
Barışçı Olması: Yurtta Sulh Cihanda Sulh
“Bizim için barış demek, gerçek hayatımızın temiminine yarayan elbiseyi üretmek demektir.”71
Dindar bir kişiği olan Mustafa Kemal barışı, milleti refah ve saadete
ulaştıran en iyi yol olarak benimsemiş, iç ve dış işlerindeki
bağlantılarında hep barış yanlısı bir politika gütmüştür.
Mustafa Kemal “Biz cenkçi değiliz, sulh perveriz. Ve bir an evvel
barışın etkisini görmek ve ona yardım ve hizmet etmek isteriz.” diyerek
barışseverliğini özetlemişti. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ adeta onun
parolasıydı. Her zaman, “biz kimsenin düşmanı değiliz, yalnız insanlığın
düşmanı olanların düşmanıyız” diyerek harbin ancak savaş açıldığı zaman
nefsi müdafaa olarak gerekli olduğunu belirtirdi. Aksi bir durumda,
milletin hayatı tehlikede olmadan yapılan savaşın “cinayet” olduğunu
söylerdi.
“Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz
diyenlere karşı ‘ölmeyeceğim” diye harbe girebiliriz. Lakin savaş zaruri
olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş
cinayettir.” 72
Atatürk’ün bu yaklaşımı da İslam Dinine tamamen uygundur. Barışın
kelime anlamı olarak karşılıklarından biri de İslam’dır. Kuran’ın birçok
ayetinde barıştan söz edilmekte, tüm insanlar, dostluğa ve kardeşliğe
davet edilmektedirler. Örneğin Allah insanlara, ”Ey iman edenler,
hepiniz topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin” (Bakara
Suresi, 208) şeklinde emretmiştir. Başka bir ayette de, ”Eğer onlar
barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a
tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Enfal Suresi, 61) şeklinde
buyrulmaktadır.
Mustafa Kemal de binlerce şehidin kanlarıyla belirlenmiş
topraklarımızı kazandıktan sonra artık barışın hakim olmasını istemiş ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan “Yurtta
sulh, cihanda sulh” prensibine uygun hareket etmiştir.
Atatürk’ün tüm dış politikası barış fikrine dayalıdır. Milletlerarası
herhangi bir meseleyi barış yoluyla halletmenin, Türk Milleti’nin
menfaatine uyan bir yol olduğunu ısrarla belirtmiştir. Eğer uzun süreli
barış isteniyorsa, kitlelerin durumunu iyileştirecek, insanlığın refahı
ve açlık gibi sorunların bitmesi için uluslararası alanda iyileştirici
tedbirler alınması gerektiğini, tüm insanların, haset, aç gözlülük ve
kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmesi gerektiğini savunmuştur.
|
Atatürk, Balkan Paktı’na üye ülkelerin başbakanları
ile birlikte (sağdan sola Yugoslavya, Yunanistan, Romanya ve Türkiye
Başbakanları)
|
“Türkiye’nin emniyetini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan
bir sulh istikameti bizim daima düsturumuz olacaktır”73 diyen Atatürk
1937′de Romanya Dış İşleri Bakanı ile yaptığı konuşmada, insana verdiği
değeri açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk’ün sözleri şöyledir:
“İnsan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar,
bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi
milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin
saadetine hadim (hizmet edici) olmağa elinden geldiği kadar
çalışılmalıdır. Çünkü dünya milletleri arasında sükun, vuzuh ve iyi
geçim olmazsa bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan
mahrumdur. En uzakta zannettiğiniz hadisenin bize bir gün temas
etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsi bir vücud ve bir
millet bunun bir uzvu addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının
ucundaki acıdan bir bütün aza müteessir olur.”74